22 Mayıs 2008 Perşembe

bende sobelendim

Şiir dostu olan arkadaşım esengül beni sobelemiş yorucu geçen 1 hafta sonunda cevap yazmak istedim elimden geldiğince eğer hatam eksiğim olursa şimdiden af ola beni çok etkileyen bayan sahabilerden sadece bir kaçını yazıyorum beni etkilediği kadar umarım okurken sizleride etkiler şimdiden okuyup beğenen arkadaşlerıma çok teşekkür ediyorum sevgilerimi sunuyorum. ((((((( kermesimiz devam ediyor sizlere anlatmak istediğim yayınlamak istedğim çok şey var kermes bitsin anlatıcam )))))))))))))))))))))))))) önce esengül arkadaşımı çok bekletmeden cevap vermek istedim kendisine çok teşekkür ediyorum.




PEYGAMBER EFNDİMİZİN SÜT ANNESİ

(1) HALİME HATUN

Resûl-i Ekrem Efendimiz Süveybe Hâtun tarafından emziriliyordu. O sırada Sa'doğulları yurdunda o âna kadar pek az görülmüş şiddetli bir kuraklık hüküm sürüyordu. Kuraklığın netice verdiği kıtlık, kabile halkını yoksul ve perişan bırakmıştı. Öyle ki, yiyecek birşeyler bulmada bile zorluk çekiyorlardı. Develeri, koyunları zayıflamış ve sütleri kesilmişti. Bu şiddetli kıtlık ve kuraklık yılında da Benî Bekr kadınları, emzirecek çocuk bulmak ve bu suretle bir nebze geçimlerini temin etmek maksadıyla Mekke'ye oldukça kalabalık bir kafile halinde geldiler. Gelen kadınların biri müstesnâ hepsi kendilerine münasib birer çocuk buldular. Gariptir ki, hiçbiri yetim oluşundan dolayı Sevgili Peygamberimizi almaya yanaşmadı. Çünkü, pek fazla bir ücret ve yardıma kavuşmayacaklarını düşünüyorlardı. Mekke'ye geç giren sadece bir kadın vardı: iffeti, temizliği, hilim ve hayâsı, yüksek ahlâk ve fazileti ile kabilesi arasında tanınmış bir kadın. Kocasıyla nöbetleşe yaşlı ve zaif merkeplerine bindiklerinden kafileden geride kalmıştı. Mekke'ye girdiğinde, yeni doğmuş Kureyş çocukları, biri müstesnâ, diğerleri önde giden Bekroğulları kadınları tarafından kapışılmıştı. Ve o, Mutlak Kudret Sahibinin kader ve hikmetiyle, emzirmek üzere kimseyi bulamadı. Kocası Hâris de üzgündü. Arkadaşlarının hepsi varlıklı âilelerin çocuklarını aralarında paylaşmışlardı. Sadece işin zahirî bir sebebi olan gecikmek yüzünden eli boş kalan bir kendisi vardı. Solgun ve üzgün bir çehre içine gömülü bu iffetli kadın, İlâhî kaderin kendisi için çizmiş olduğu nezih programdan habersiz, Mekke sokaklarında münasib bir çocuk bulamamanın sıkıntısı içinde çaresiz dolaşıyordu. Bir ara görünüşü ile etrafın hürmetini celbeden mûnis sîmalı yaşlı bir zât ile karşılaştı. Bu zât, Kâinatın Efendisinin dedesi Abdülmuttalib'di. Sanki birbirlerinin derdine derman olmak için dolaşıp duruyormuşlar gibi bakıştılar. Sonra da konuşmaya başladılar. Abdülmuttalib, "Sen neredensin?" diye sordu. Kadın, "Benî Sa'd kabilesi kadınlarından" cevabını verdi. "Adın ne?" "Halîme." Abdülmuttalib, "Ne güzel, ne güzel! Sa'd ve hilm, iki haslettir ki, dünyanın hayrı da, âhiretin izzet ve şerefi de buralardadır" dedikten sonra derin bir iç çekti. Arkasından da Halîme'ye, "Ey Halîme! Yanımda yetim bir çocuk var. Onu, Sa'doğulları kadınlarına teklif ettim, kabul etmediler. Bari gel sen ona sütanneliği yap. Belki onun yüzünden bahtiyarlığa, bolluk ve berekete erersin" dedi. Halîme beklenmedik bu teklif karşısında önce tereddüt geçirdi. Fakat yurduna eli boş dönmek istemiyordu. Bunun için tereddüdünü yendi ve teklifi içinden kabul etti. Ancak, kocasına sormadan ve ondan izin almadan cevabını izhar etmek istemedi. Hemen kocasının yanına döndü. Olup bitenleri anlattıktan sonra, "Emzirecek çocuk bulamadım. Arkadaşlarım arasına eli boş dönmeyi de hoş görmüyorum. Vallahi, ben de gidip o yetimi alacağım" dedi. Kocası Hâris, fikrine iştirak etti: "Almanda bir beis yok. Belki de Allah, onun yüzünden bize bereket ve hayır ihsan eder

Bunun üzerine dönüp Abdülmuttalib'in yanına geldiler. Abdülmuttalib, Halîme'yi alıp Sevgili Peygamberimizin nurlandırdığı Hz. Âmine'nin mütevazî evine götürdü. Halîme, Efendimizin başucuna vardı. Nurtopu Efendimiz, yünden beyaz bir kumaşa sarılı, yeşil iplikten bir örtünün üstünde mışıl mışıl uyuyordu. Etraf misk gibi kokuyordu. Halîme, hayret içinde kaldı. Nur yüzlü Efendimize ânında içi ısınıverdi. Öylesine ki, uyandırmaya bile gönlü razı olmadı. Artık hüzün ve ıztırap bulutu Halîme'yi terk etmişti. Sevincinden uçacak gibiydi. Çocuk bulamamanın sıkıntısı içinde kıvranıp dururken, birden böylesine güzel bir yavru ile karşı karşıya gelmek, ne büyük bahtiyarlıktı. Halîme, fazla dayanamadı. Kâinatın Efendisinin başucuna iyice yaklaştı. Yorganın ucunu hafiften kaldırdı. Pamuktan yumuşak, kar gibi beyaz, gül gibi kokan ellerinden, mübârek alınlarından sevgi ve bir anne şefkatiyle öptü. O anda Peygamber Efendimiz de gözlerini açtı ve Halîme'nin bûsesine tatlı bir tebessümle cevap verdi. Anlaşmışlardı. Biri çocuk bulamamanın ıztırabı ile bitkin ve mahzun; diğeri, kadınlar tarafından reddedilen Nûr Yetim. Kader ikisinin de âlemini sevinçle doldurdu.

PEYGAMBERİMİZİN KIZI


(2) HAZRETİ RUKİYE


O, Peygamberlikten yedi sene önce Mekke'de dünyaya geldi. Hazreti Hatice (r.anhâ) gibi adamış olgun, zeki ve davâ şuûruna sahib bir annenin yanında büyüdü. Eğitimini, edebini, görgüsünü, ahlâkını aile yuvasında tamamladı. Sevgiyi, saygıyı ve insanlara şefkati, merhameti rahmet pınarı baba ocağında öğrendi. O, ablası Zeyneb'in evliliğinden sonra ev hizmetlerinde öne geçti. İşindeki becerisi, titizliği, tertib ve düzenliliğiyle akrabalarının dikkatini çekti. Anneciğinin hizmetlerine kardeşi Ümmü Gülsüm ile beraber yardımcı oldu. Onlar sanki ikiz gibiydiler. Birbirlerine son derece nezaket ve muhabbetle bağlı idiler. Kader onları birbirine öylesine yakın eylemişti ki, hayatları sanki birbirini takip etmekteydi.


PEYGAMBER efendimiz yumuşak huylu, iyi ahlâklı ve İslâm'a ilk giren sekiz kişiden ve Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Osman İbni Affan (r.a.)'ı nasîb etti. İki Cihan Güneşi Efendimiz onunla Rukıyye (r.anhâ)'yı evlendirdi. Kendilerine dua etti. Allah Teâlâ'dan bereket vermesini niyaz eyledi.

Bir müddet sonra Habeşistan'a hicret etmelerine izin verildi. İlk hicret kafilesinde sevgili damadı Hz. Osman ile sevgili kızı Rukıyye'de vardı. Vatandan, âileden ve rahmet pınarı Efendimiz'den ayrılmak onlar için ne kadar zordu. Fakat müşriklerin zulmüne de dayanılacak gibi değildi.

Fakat hanımı Rukiyye (r.anha)'nın durumu ciddi idi. Ateşi ve rahatsızlığı gün geçtikçe artıyordu. Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz Hz. Osman'a orduya katılmamasını hanımının yanında kalmasını işaret buyurdu. İyileşmesi için elinden gelen gayreti gösteren Hz. Osman (r.a.) hanımının gözünden gözünü ayırmadı. Hizmetinden uzakta kalmadı. Kul olarak yapabileceğini geriye bırakmadı. Lâkin yazılan vakit gelince o yüce kudrete teslimiyetten başka çare kalmamışdı. Onun sevgi dolu gözlerinin solduğu, ruhunun nâzenin vücudunu terk ettiği sıralarda Bedir Savaşı'nın zafer müjdeleri geldi.

Aile olarak kocasıyla ilk hicret eden muhâcirlerden... İslâm davâsı uğruna akla hayale gelmedik eziyetlere ve çeşitli ibtilâlara maruz kalan ve o belâları sabırla geçiştirmesini bilen örnek neslin örnek insanları... Peygamberimizin ilk vefat eden kızı...


İBRAHİM PEYGAMBERİN SEVGİLİ EŞİ

(3) HAZRETİ HACER


beni gerçekten hayatı çok etkileyen annemiz hazreti hacer

çilelili bir eş hazreti ibrahim peygamberimizin eşi hacer

sare annemizin çocuğu olmuyor'du ibrahim peygambere izin verdi hacer le evlen dedi yıllar geçti

İbrahim eşini çok seviyordu,üzülmesini istemiyordu.
Bunun için de ona tebessüm ederek baktı.
Allah belki bize bir çocuk verir, dedi.
Sonra onları kıskanırsın ben de üzülürüm.
Hayır,dedi Sare hanım üzülmem, sen evlen.
Eşinin ısrarları üzerine İbrahim Hacer’le evlendi.
Hacer ve Sare hanımlar çok iyi geçiniyorlardı.
Birbirine karşı sevgi doluydular.
İbrahim’in evinde mutlu bir aile yuvası oluşmuştu
Bir zaman sonra Hacer hamile kalır.
Ve İsmail isminde nur yüzlü bir çocuk doğurur.
İlk sıralar Sare hanım çocuğa sevgiyle bakar.
Ancak kendisi İbrahim’e bir çocuk verememişti.
Bunun için de yüreğinde bir üzüntü hissetti.
Bu hüzün rüzgarları kıskançlık ateşini körükledi.
İbrahim’e, Hacer ile İsmail’i götürmesini söyledi.
Bunun üzerine İbrahim, anne ve çocuğu aldı.
Sare’ye veda ederek oradan ayrıldılar.
İbrahim, Hacer ile İsmail’i çöle götürdü.
Onlara bir çadır yaptı ve orada bıraktı.
Yanlarına bir miktar da su koymuştu.
Hacer hanım, İbrahim’e masum gözlerle baktı.
Bizi bırakmanı Allah’mı emretti dedi.
İbrahim başını eğerek evet işareti yaptı.
Bunun üzerine tamam gidebilirsin.
Allah bize yeter o ne güzel vekildir,dedi.
İbrahim,Allah’a teslim kadını bıraktı.
Sare hanımın yanına geri döndü.

Hacer ve İsmail orada yaşamaya başlamıştı.
Bir süre sonra ana oğlun suları bitti.
Hacer ne yapacağını şaşırmıştı.
İsmail’i çadırda bıraktı sağa sola koştu.
Safa ile Merve tepeleri arasında gidip geldi.
Ama su yoktu, dudakları kurumuştu.
Güneş yakıcı ve kavurucuydu

Çünkü o bir anaydı sevgi doluydu.
Çocuğu için canını bile verirdi.
Değil mi ki cennet anaların ayağı altındaydı.
Ama o da ne Hacer,İsmail’in yanına girdiğinde
Şaşkınlıktan gözleri kocaman kocaman açıldı.
İsmail’in ayağının altından su fışkırıyordu.
Allah yalnız bırakmamıştı teslim olan anayı
Ve nur yüzlü güzel çocuğunu
Onları zemzem suyuyla ödüllendirmişti.
Oradan geçen kervanlar suyu görünce konaklamaya
Ve orada yerleşmeye başlamıştı.
Kısa zaman sonra ıssız beldeye canlılık gelmiş. İbrahim peygamberin duası kabul edilmişti.

Ben beni sobeleyen arkadaşıma çok teşekkür ediyorum ve ben de fatoşun mutfağı ve kızılcık şurubu senemi sobeliyorum kolay gelsin arkadaşlar şimdiden çok teşekür ediyorum.

6 yorum:

fatosun mutfagından... dedi ki...

canımm beni sobelemişsin..en kısa zamanda cevaplaycam..sevgiyle kal...

RUMEYSA dedi ki...

çokkk harika bi kaç blogda daha okudum bi sürü bilgi sahibi olduk sizin sayenizde ALLAH razı olsun :) :)

anneminkizıyim dedi ki...

Merhabalar canim, ellerine saglik cok güzel yazi eklemissin, sevgiler....

şengül dedi ki...

fatoş canım sabırsızlıkla cevaplarını bekliyorum

şengül dedi ki...

rumeysa canım çok teşekkür ederim biraz bilgi sahibi olmana çok sevindim canım saygılar

şengül dedi ki...

çok teşekkür ederim ayşe abla saygılar